Shortlings

Se7en Filminin Konusu Ne?

EN - FR - TR - RU - ES - DE - PT - JP - KR - AR
EN - FR - TR - RU - ES - DE - PT - JP - KR - AR

Ah, Se7en... İşte izledikten sonra aklınızdan uzun süre çıkmayan bir film. Üstad David Fincher'ın yönetmenliğini yaptığı bu neo-noir psikolojik suç gerilim filmi, psihenizi ele geçiren ve bırakmayan filmlerden bir tanesi. Aslında Se7en, yedi ölümcül günahı şablon olarak kullanan bir seri katili kovalayan, dünya yorgunu dedektif William Somerset ve idealist David Mills'in hikâyesidir. İnsanlık dibe vurmuşluğunun karanlık derinliklerine bir dalış ve kötülüğün doğası üzerine sert bir meditasyon.

Somerset ve Mills dava içinde daha da derine daldıkça, sahneler tüylerinizi ürpertmeye yetiyor. Sadece suçlara şahit olmuyoruz; her günahın felsefi alt yapılarıyla yüzleşmek zorunda kalıyoruz. Katil John Doe, karanlık, bükülmüş bir filozof gibi, kendine göre günahlara kayıtsız kalmış toplumun ahlaki dokusunu sorgulatıyor. Doe'nun korkunç sergileri sadece cinayetler değil; her biri, günahla damarlarında sızan bir şehrin insanlığın çürümesine dair vaazlar, yansımalar.

Se7en'in güzelliği—bunu güzellik olarak adlandırabilirsek—karakterlerinin acımasızca keşfine yatıyor. Sakin tavırları ve yaşanmış bakış açısıyla Somerset, kurtaramayacağını düşündüğü bir dünyada emekliliğin eşiğinde, hayal kırıklığına uğramış durumda. Diğer yanda ise ateşli ve tutkulu Mills, hala fark yaratabileceğine inanıyor. İkisinin dinamiği büyüleyici; adalet arayışında birleşmiş olsalar da dünyaya bakışlarıyla bölünmüş durumdalar. Bu ikilik, Se7en'ın sadece katilin kötülüklerini değil, kahramanlarının yıpranmış kenarlarını da sergilediği merkezi bir tema.

Senaryonun anlamı bu ikiliklerle zenginleşiyor çünkü Se7en sadece kedi-fare kovalamacası değil; günah ile erdem, kötümserlik ile idealizm, birey ile toplum arasındaki kontrastın bir incelemesi. Sürekli yağmur altında kalan şehir, sanki kötü bir dünyayı temizlemeye yönelik kutsal bir tufanı simgeleyen bir karakter gibi hissettiriyor. Her günah—oburluk, açgözlülük, tembellik, kıskançlık, öfke, kibir ve şehvet—modern hayatın ahlaki zaaflarını çarpıcı bir şekilde resmeden birer tuval işlevi görüyor.

Se7en'ın doruk noktası, türünün sınırlarını aşarak efsanevi bir azaba dönüştüğü yer. İzleyici, Mills gibi, cevaplara, bir sona umutsuzca ihtiyaç duyuyor. Ama Fincher tarzına uygun olarak, basit çözümlerin konforundan mahrum bırakılıyoruz. Bir kutu ve son iki günahın açığa çıkışı ile ilgili o final twisti, bizi fazlasıyla psikolojik ve rahatsız edici derecede kişisel olan bir dehşet alanına sürüklüyor. Şokun, gördüğünüz şeyden değil, görmediğiniz şeyden gelmesi, anlatının gücüne bir kanıttır; Fincher ustaca izleyicinin hayal gücünü onlara karşı kullanıyor.

Sonuçta, Se7en sadece seri bir katilin yenilgisini anlatmıyor. İzleyicisini, kötülüğün doğasını ve toplumsal çöküş karşısında kendi ortaklığımızı sorgulamaya davet eden içsel bir yolculuk sunuyor. Hikâyenin sonucu, nihilizmin uçurumunda bizi sallandırarak bırakıyor, Somerset'in ürpertici sözlerini düşündürüyor: "Ernest Hemingway bir zamanlar 'Dünya güzel bir yer ve uğruna savaşmaya değer.' demiş. Ben ikinci kısmıyla hemfikirim." Krediler dönerken ve düşüncelerimizin sessizliğinde bırakılırken, '.Se7en.' bize kendi cevabımızı düşünmemiz için bir meydan okuyor—rüya artıkları gibi aklınızda kalan, huzursuz edici ve aynı zamanda derin, sinematik bir deneyim.


Trending NOW